SESİMİ DUYAR VAR MI?
11 yaşında bir çocuktum. 17 Ağustos 1999 tarihi 03.02 sularında yatağımdan silah sesleri ve bağırışlar ile uyandım. Silah sesleri, aşırı yoğun bir gürültü ve bağırışlar. Bir çocuk olarak ilk aklıma gelen şey sadece TV’lerde gördüğüm savaştı.
Bir süre sadece ders kitaplarında gördüğümüz, o yıllarda toplumsal farkındalığın az olması ile sadece büyüklerin ara ara sohbetlerde “en son 67 yılında olmuştu” şeklinde dile getirdiği deprem gerçeği idi.
Dışardan gelen bu sesler ile bir çocuğun bile aklına gelen şey gece geç saatler bile olsa dışarıya çıkmak veya kaçmak. Hangisi derseniz… Anne ve babaya seslenişler gürültü ile duyulmuyordu.
Herkes kaçacak kadar şanslı değildi. Kimileri ya daha uyanmadan artık bina diyemeyeceğimiz molozların altında idi. Ya da kaçacak yolları dolu idi. Kimi sarsıntılar sürdüğü vakitlerde dışarı çıkacak kadar şanslı. Kimi enkaz altında yardım bekleyecek kadar şanslı, kimi de acı ama sadece yaralı ve engelli şekilde kurtulacak şekilde şanslı idi. Aynı durum yakınlarını kaybedenler içinde geçerli idi. Çok ama çok acı ki şans faktörü yakınlarını ailesini kaybedenlerde bile sayılar ile ifade ediliyordu. Kaybetmeyenler çok şanslı, az kaybedenler şanslı, tek kalanlara için ise yıllar sonra bile kelimeler kifayetsiz kalmakta.
Bir çocuk olarak olanlara anlam vermeye çalışıyorsunuz. Taklit ile büyüklerinizin yaptıklarını ufak bir yürekle yapıyorsunuz. Saatler sonra yardım ile enkaz altından çıkanlar dahi sağlık durumuna bakmaksızın başkalarına yardım için uğraşmakta idi. Başka bir enkazdan ses almaya çalışıyordu çoğunluk. Herkes sussun. Duymamız gerek diyen bir abi. Sessizlik ve haykırış;
- Sesimi duyan var mı?
Havanın aydınlanması ile herkesin şoku katlanmıştı. Tüm şehir yerle bir olmuştu. Helikopterler kentin üstünde tespitler yapıyor ancak kimse kente ulaşamıyordu. Ve yine saatlere kalmadan mükemmel bir toplumsal dayanışma izlenmeye başlandı. Her insan elinden geldiği işi yaparak toplumsal bir bütünün parçası olmaya çalışıyordu. Kim demişti bu insanlara profesyonel yardımın ulaşamayacağını. Herkes caddelere yıkılan bina parçalarını kendi çabası ile temizlemekte idi.
Şimdiye kadar görmediğim bir dayanışma ile bütün mahalle, semt, şehir dayanışma ile imece usülü iş yapıyordu. Büyükler korku ile yıkılmamış, çatlakları gözle görülmeyen binalara girip saniyeler içinde günlük ihtiyaçları için olan eşyaları alıp dışarı çıkmaya başladı. Günlük yiyecekler, battaniyeler vs. anladığım kadarı ile bir süre dışarıda kalacaktık.
Yaz ayları olması sebebi ile dışarıda kalmaya uygun hava koşulları ertesi gece dışarda idik. Büyüklerimizin sohbetleri, yakılan ateşler, yaslar, çocuk olmamız ile oynanan oyunlar her şey karışık bir vaziyette idi. Ara ara olan artçı sarsıntıları unutmak haksızlık olur. Her artçı sarsıntıda enkazdan insanları kurtarmaya çalışan kişilere, sağlam binalara eşya almak için giren kişilere seslenme amaçlı bağırışlar artıyor idi.
Daha sonraki günlerde mahallenin, semtin, kentin her bir yanında iş makineleri çalışmakta idi. İlk olarak yollar açılmaya çalışılıyordu. Günümüzde uzmanların dediği gibi, yardımlar 36-48 saat aralığında gelebilmişti. Temel ihtiyaç olan su, gıda, barınma eşyaları, çadır, battaniye dağıtımı vs. Ülkenin dört bir yanından gelen binlerce insan kente yardım araçları ile ancak 2 gün sonra girebilmişti. Her birine teşekkür etmeyi borç bilirim.
O yaşlarda en dikkat çekici şeyler tabi ki bize yapmayın yasak denilen kavramlar idi, dar sokaklara giriş yasaktı. Arkadaşlar ile mahalleyi, kenti dolaşmaya çıkardık. Dar sokakların başında askerler beklerdi. İnsanların dar sokaklara girmesi yasaktı. Her artçıda bir bina yıkılabilirdi. Meraklı gözler ile asker abilere ve dar sokaklarda yıkılacak bir bina olacak mı? Diye bakardık. İçtiği meşrubattan bir tanesini bana uzatan o yıllarda gönlümde taht kuran ve hatırladıkça duygusallaştıran Mehmetçik, asker abi teşekkür ederim.
Diğer yasak olan husus yıkılan enkazların üstüne çıkmaktı. Hala altında insanlar olabilirdi. Göçük / yıkım artabilirdi. O enkazların üstünde Mehmetçikler haricinde ilk defa gördüğüm bir grup insan vardı. Kırmızı tişörtleri ile koordine bir grup olduğu belli idi. Sırtlarında yazan yazıya anlamaya çalışırdım çocuk yaşlarda. “AKUT” o yıllarda mükemmel bir organizasyon halinde her yere yetişmeye çalışan, bir çocuğun bile dikkatini çekip farkındalık yaratan Nasuh Mahruki ve AKUT ekibine teşekkür etmeyi borç bilirim.
Günlerin, haftaların, ayların ardından yavaş yavaş toparlanıyordu insanlar, mahalle ve kent. Daha sonra normale dönüyordu her şey, yaşadığımız acı tecrübeyi uzmanlardan duymaya başlamıştık. Acil yardım çantası gerçekten hazırlanmalı idi. İlk 36-48 saat bize bir depremde yardım ulaşmayacaktı. Gruplar, ekipler ne kadar profesyonel olsa bile, teknoloji ne kadar ilerlemiş olsa bile.
Mahallede semtte acil yardım konteynerleri, acil toplanma bölgeleri oluşturulmalı idi. Ne kadar tedbirli olsak bile bazı binalar yıkılabilirdi ve bazı insanların ihtiyaçları dış yardım ulaşana kadar oluşabilirdi.
Her işyerinde, sitede, AVM’de acil durum ekipleri oluşturulmalı idi başka bir insanı arayabilecek, kurtarabilecek, profesyonel ekipler gelene kadar ilkyardım yapabilecek şekilde.
Birçok tedbiri, önlemi, farkındalık gerektiren çalışmaları İş sağlığı ve güvenliği tedbirlerini benimseyerek yapabiliriz. Büyük bir felakette profesyonel ekiplerin bize ulaşması gerçekten istemsiz bir şekilde gecikecek. Böyle büyük bir felakette kendimize ve çevremize yararlı bir şekilde davranabiliriz.
17 Ağustos yıldönümü vesilesi ile bir çocuğun gözlemleri ile anlattım sizlere bunları. Her tedbir çalışmamızı farkındalık ile içtenlikle yapmamız ve yeniden yaşanmaması dileğiyle…
Keramettin DURSUN
İş Güvenliği Uzmanı
Arama Kurtarma ve Yangın Eğitmeni